Yazan:
Sara Şahinkanat

Resimleyen:
Hüseyin Sönmezay

BAŞLA
Çok uzaklarda… Esintili bir kasabada…
Bir yanı deniz, bir yanı orman olan bu kasabada, pek de sıradan olmayan küçük bir kız yaşardı…
Adı, Kora.
Dalgalar beyaz kuzulara benzeyen köpükleriyle…
Ağaçlar ise danslarıyla eşlik ederdi rüzgârın coşkusuna…
Büyükbabası ve köpeğiyle yaşardı Kora.
Çok da becerikliydi bu büyükbaba.
Eskiyi, hurdayı… Atığı, çöpü ayrıştırır… Ayırdıklarını tamir eder, dönüştürür, Kora’yla birlikte döndürürlerdi hayata.
Komşu çiftliğin küçük oğlu Mori de çoğu zaman peşlerinde olurdu. Pek hayrandı Kora'ya.
Büyükbaba çok az konuşurdu ama bazen bir bakışı, bir tebessümü yeterdi çok şey anlatmaya.
Kora’nın çok sıra dışı bir özelliği vardı.
Kasabadaki arkadaşları bu duruma çoktan alışmışlar… "Kuşlara Fısıldayan Kız” derlerdi ona.
Bu yönüyle biraz farklı da olsa…
Hep hayvanlarla, ağaçlarla, en çok da kuşlarla konuşur, çoğu zaman fısıldardı onlara.
Kora’yı herkes, ama herkes çok severdi.
Üstelik hem yardım eder hem de hediyeler verirdi.
Seve seve, cömertçe dağıtırdı el emeğiyle dönüştürdüklerini…
Eskiyen gömleklerden dönüştürdüğü güzelim bez çantaları…
Plastik şişelerden yaptığı kuş evlerini…
Yırtık çoraplardan diktiği sevimli kuklaları…
Hatta komşunun engelli köpeği için hurdalardan dönüştürdükleri yürüteci…
O her zaman çok nazik, hep çok ilgiliydi
Yardımına koşmadığı kimse kalmamıştı kasabada.
Her gün okul çıkışı, bir süre kuşlarla fısıldaştıktan sonra, kırmızı çekçek arabasını kaptığı gibi Kora…
Ama nedense her seferinde torba torba çöple dönerdi.
Bazen de kucağında yaralı bir hayvanla…
Kimi gün ormana koştururdu… Kimi gün deniz kıyısına…
O sabah… Her günkü gibi okul bahçesinde oyuna dalmışken… Mori birden sıçrayıverdi yerinden.
Bir cips paketi… Sonra tam adımını atarken önüne… Bir pet şişe… Sonra tam burnunun hizasına… Bir teneke kutu.
Heeey, neler oluyordu? Var mıydı bir bilen?
Neydi bu aniden kafasına düşen?
Bir de baktılar ki yukarı, sürekli gelip gidiyor kuşlar… Üstlerine çöp yağdırıyor, çöp yığıyorlar.
Daha dün hiç düşünmeden tükettikleri, kullanıp attıklarıydı hep bunlar.
Vay canına!!! Kısacık bir sürede, dev bir yığının ortasında kalmıştı çocuklar.
Sadece bir günlük çöpleri ne kadar da çoktu… İyi de… Durduk yerde niye böyle yapmıştı bu kuşlar?
Üstelik bunlar şey değil mi? Evet, evet, hepsi de tanıdık.
Anlayamadıkları için endişelendiler. Kora’yı aradı Mori’nin gözleri.
Bir minik serçe sürekli öterek, aynı yöne uçup yine geliyordu geri.
Serçecik “Bizi takip edin,” diyordu sanki. Nihayet kuşlar çekebilmişti çocukların dikkatini…
Sahi, acaba Kora nerelerdeydi ki? En iyi o bilirdi kuşların derdini.
Kuşlar topluca uçarken önden… Çocuklar soluk soluğa koşturdular peşlerinden.
Bir yunus kıyıya vurmuş, Kora da hemen yanı başında.
Ah! Öyle kıpırdamaya devam ederse çok fena derinleşecek yüzgecindeki yara.
Kora ve kuşlar bir türlü sakinleştirememiş yunusu. Arkadaşlarını çağırmak gelmiş Kora’nın aklına.
Hemen yardımına yetişsinler diye kuşları göndermiş onların yanına…
Bir şeyler sıkıca dolanmış yüzgecine. Bir paket ipi galiba… Bunca çöp ne arıyor ki deniz kıyısında?
Tam o anda işittiler denizden gelen sesi. Biri ağlıyordu sanki...
Ne yapıp edip, bir an önce anne yunusu döndürmeliydiler yavrusuna…
Dalgaların arasından,
bir bebek yunusun yalvaran yüzünü gördüler…Ve içleri sızladı, yürekleri burkuldu.
Kora yavaşça dokundu titreyen yunusun bedenine. “İyi olacaksın, korkma,” dedi yumuşacık bir sesle…
O anda Kora’nın bütün arkadaşları içlerinden gelen bir dürtüyle harekete geçtiler.
O küçücük elleriyle usulcacık dokundular yunusa… Hepsi bir ağızdan fısıldadılar.
“İyi olacaksın, korkma…”
Küt küt atıyordu yunusun kalbi. Tam içlerinde hissettiler onun korkusunu, endişesini.
Bir anlığına yunus ve çocuklar tek vücut olmuşlardı sanki…
Kısa bir sürede normale döndü kalp atışları.
Çocuklar, dikkatle kestiler yüzgece dolanmış çöpü. Yunus artık serbestti ama kıpırdamıyordu.
Yoksa… kalıcı bir zarar mı görmüştü yüzgeci?
Kısa bir an için zaman sanki dondu.
Hepsi soluğunu tutmuş, yüzgecin kıpırdamasını bekliyordu.
Hiçbiri, ama hiçbiri hazır değildi hüzünlü bir sona.
Yunus artık canını yakan bu şeyin kesilmesine izin verecek kadar sakindi.
Bir anda yunus yüzgecini kıpırdattı… Herkes derin bir oh çekti. Keyifli sesler çınladı kumsalın her yanında.
Fakat asıl şaşırtıcı olan şuydu… Artık sadece Kora değildi hem yunusun hem de kuşların ne dediğini anlayan.
Her biri içtenlikle teşekkür ediyordu çocuklara. Çocukların hepsi de anlıyordu söylenenleri.
Bu harikaydı. Bu şahane bir şeydi. Hatta çok eskiden kaybettiğiniz çok güzel bir şeyi yeniden bulmak gibiydi.
Hep birlikte denize taşıdılar yunusu.
Kuşlar da cıvıldaşıyordu, yunuslar da… Hatta ağaçlar ve rüzgâr bile katılıyordu bu sevince.
Birkaç saniye sonra anne ve bebek yunus dalgaların arasında sıçrıyorlardı neşe içinde.
Artık sadece Kora değil, bu kasabadaki çocukların hepsi sahip çıkıyordu çöplerine.
Özen gösteriyorlardı her şeyi daha az tüketmeye. Çünkü şimdi onlar da işitiyor, anlıyorlardı doğanın seslerini…
Artık gayet iyi biliyorlardı dünyadaki diğer canlıların hislerini. Su, toprak ve hava kirlendikçe herkesin canı yanıyordu.
Şimdi sıra bunu unutan yetişkinlere hatırlatmaya gelmişti.
Dönüşebilen atık, çöp değildir diye özen gösteriyorlardı atıklarını ayrıştırmaya, dönüştürmeye...
O günden beri, doğayla fısıldaşan çocuklar her geçen gün artarak çoğaldılar.
Sonra da bütün dünyanın duyması için ne gerekiyorsa yaptılar.
Ta ki, küçük büyük herkes doğayla fısıldaşabilene dek. Ne de olsa herkes bağlıydı birbirine.
Ve herkes bunu hissedip, bunu hatırlayınca… İşte o zaman her şey girecekti yoluna.
Önce bütün kasabanın… Sonra bütün ülkenin…

Yazan
Sara Şahinkanat

Resimleyen
Hüseyin Sönmezay

Genel Koordinasyon
Ryno Creative Hub

Editoryal Koordinasyon
Sara Şahinkanat - Mert Soyal

Kapak tasarım
Ali Can Baytok – Caner Çokbulan

Grafik Tasarım ve Uygulama
Hüseyin Sönmezay - Ali Can Baytok - Caner Çokbulan

Yayınevi
Der Yayınevi
Beyazıt, 3 Sahaflar Çarşısı, 34126
Fatih/İstanbul (0212) 513 55 75

Lütfen ekranı yatay olacak şekilde çeviriniz.